Bütün dualarımızda uzun yaşamak isteği var. Eni olmazsa bir ömrün, boyu olmuş ne çıkar.
Sen hem yaşamak, hem de yaşatmak gücüsün.
Nerde o yiğitler ki, gür sesleri ülkeyi bürür, yürü dese, dağlar yürür, dur dese kalpler dururdu.
Biz, kısık sesleriz. Minareleri ezansız, gökyüzümüzü bayraksız bırakma Allah’ım!
Tekerleri dört köşe bir arabaya bindirdiler bizi, bir gidiştir gidiyoruz.
Dostlar, “ne kadar uykucu şeymiş!” demeyin. Rüyası için bekliyorum uykuyu ben!
Bu kitabın kaç dakikada okunduğunu bırak, kaç senede yazıldığını düşün!
İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa, kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz.
Şehit olmayı göze almayan gazi olamaz.
Sen benden uzaklaşınca kalsam da yarım. Yaklaşma ki sensiz de bu dünyada varım!
Onlar senin esrarına “rüya” derler. Rüyanı hakikatlere kurban etme!
Kulun olarak doğmasaydım, kendiliğimden gelir fahri kulun olurdum Allah’ım!
Billur en güzel kahkahasını kırılırken attı.
Şayet geceler gebeyse gerçekten ey. Sonsuz gece, bari sen de rüyanı doğur!
Gözler kalbin aynasıdır. Ama sen yine de gözüne kalbini sorma.
Kalemini bir silah gibi değil, bir kaşık gibi tut yoksa aç kalırsın. Diyordu bir kitabında.
Sanatkâr halıda gülü dikensiz yapmış ayakların incinmesin diye.
Bir saçı okşamaz, bir alnı serinletmez, bir yelkeni şişirmez, bir eteği havalandırmazsın. Neyleyim senin gibi rüzgarı.
Yaşamaktan mı yorgunum bilmem. Seni günlerce beklemekten mi?
En büyük acı, acıtmaz olmuş zincirlerin acısıdır; köleliği kabul etmenin, başkaldırmaktan vazgeçmenin acısıdır.
Kimdik o zaman, şimdi kimin kullarıyız! Bir mutluluğun garip yoksullarıyız!
Düşünüyorum, o halde varım.” demiş Descartes ama Arif Nihat Asya ise “Hayır, yanlış. Düşünülüyorum, o halde varım.” demiştir.
İnanmak; basamakların çıkamadığı yere kanatlarınla tırmanmaktır.
Bozkurt’a benzeyenler ve bir günde dev gibi orduları yenenler, destanlarda kalan Bozkurt’un nesi olurlar diye sorana, tarih diyecek: Yavruları!
Işığı önüne al, yürü! Gölgen arkadan ister gelsin, ister gelmesin!
Ben bir garibim, anlatacak kıssam yok; Tattan, kokudan ve renkten hissem yok! Kaldım yarı çıplak, yarı aç, yollarda: Dünyada benim “gel!” diyecek kimsem yok!
Duvarda bir gedik açmaya bir taşın eskimesi yeter.
“Yatsın, diyerek, bari bu akşam, erken!” Annem, bana kumsalda masal söylerken. Bir tatlı hafiflikle açıldım kıyıdan enginlere. Gövdem gemi, ruhum yelken.
Artık ne sefer var, ne zafer talibiyim. Mademki şu hür ülkelerin sahibiyim. Lâkin bana söyleyin çocuklar: kendi yurdumda neden böyle misafir gibiyim?
Bazen hedefim, görülmedik yerlerdi; Bazen de ağaçlar, “hazırız, çek!” derdi. Bir gün, şu yakın dağları aldım önüme; Bir gün bana şurada dalgalar poz verdi.
Bu ülkedeki kavga Türk ile Kürt’ün kavgası değil, hilal ile haçın kavgasıdır. Hilalin altında bir olun çok kalabalık olacağız, göreceksiniz.
Sen benden uzaklaşınca kalsam da yarım. Yaklaşma ki sensiz de bu dünyada varım!
Bir kuşa yeten yuva iki kuşa da yeter.